27 Nisan Perşembe günü itibârıyla mübârek Şa‘bân-ı Şerîf ayı başlıyor. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in, Ramazân-ı Şerîf ayı dışında en çok oruç tuttuğu ay; Şa‘bân-ı Şerîf ayıdır. Dolayısıyla bu ayı oruçlu karşılamak ve imkânlar nispetinde bu ay içinde oruç tutmak ayrı bir önem kazanmaktadır.
Bu mübârek ayı oruçlu karşılamak isteyenlerin 26 Nisan tarihini 27 Nisan tarihine bağlayan gece sahur yapmaları ya da imsak vaktinin ardından orucu bozan herhangi bir şey yapmaksızın –Hanefi Mezhebi’ne göre- en geç kaba kuşluğa kadar oruca niyet etmiş olmaları gerekiyor. Şa‘bân-ı Şerîf’in başladığı günün bu sene Perşembe gününe tevâfuk etmiş olması da bu günün oruçla olan hususî münasebeti vesilesiyle daha bir anlam kazanıyor…
İstisnasız her şeyi yaratan Allah Te‘âlâ’dır. Zaman ve mekânın da yegâne sahibi odur. Bu durum en çarpıcı hâliyle Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyân olunur: “(Habîbim! O inkârcılara) de ki: ‘Göklerde ve yerde bulunanlar kime âittir?’ De ki: ‘Allâh’a aittir!..’ Gecede ve gündüzde barınmış olan/gece ve gündüzde sâkin duran (ve hareket eden)/ her şey ancak O (Allâh-u Azîmüşşân)a aittir!..”[1] Allah Te‘âlâ halk ettiği her şey için olduğu gibi, zaman ve mekân için de dereceler takdîr etti. Buna bağlı olarak, bazı zaman dilimleri diğer zaman dilimlerine; bazı mekân ve mevkîler de diğer mekân ve mevkîlere göre değerli kılındı. Kıymetli mevsimlerden oluşu Kur’ân-ı Kerîm ile sabit olan ‘haram aylar’dan Receb-i Şerîf ayını, Reğâib ve Mi‘râc gecelerini de idrâkin ardından geride bırakıyoruz. Önümüzde pek çok fazîleti bünyesinde cem etmiş olan Şa‘bân-ı Şerîf ayı bulunuyor.
Tarihî Kaynaklarda Şa‘bân-ı Şerîf Ayı
Tarihî kaynaklara müracaat ettiğimizde Şa‘bân-ı Şerîf ayının İslâmiyet’ten evvel de Araplar tarafından mukaddes kabul edildiğini görüyoruz. Bu durum bu fazîletin bize, geçmiş şeriatlardan intikal ettiğini gösteriyor. Bu mübârek ay tarih içinde; mevhâ’, va‘l, ‘âdil-âcil, azil gibi muhtelif adlarla anıldıktan sonra Şa‘bân ayı olarak anılmaya başlamış. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de bu ay için Şa‘bân adını uygun bulmuş ve Hicrî takvime de böyle kaydedilmek suretiyle günümüze kadar böyle anılagelmiş.
Bu mübârek ayın adı olan “Şa‘bân” ifadesi; dal, dağılmak ve gruplara ayrılmak gibi anlamlara gelen şa‘b köküne dayanıyor; ortaya çıkışı yani ‘dağılma ve gruplara ayrılma’ mânâsı etrafındaki görüşlerse muhtelif. Bir görüşe göre savaşmanın haram olduğu Receb-i Şerîf ayı çıktıktan sonra savaşacak olan kabilelerin gruplar hâlinde dağılarak çıkmalarından sebep bu adla anılmış. Diğer bir görüş ise su problemi olan bölgede yaşıyor olmaları sebebiyle Arapların su aramak için dağıldıkları mevsim olmasından sebep bu adı almış. Tarihî kaynaklardaki diğer bir kayıt ise, takvimde bulunan ayların yeniden isimlendirildiği dönemde bu ayın ağaçların dal verdiği bir döneme tevâfuk etmesi sebebiyle bu şekilde adlandırıldığı yönündedir.
Şa‘bân-ı Şerîf ayı adının yanı sıra Araplar tarafından; ‘el-Mükerrem’, ‘el-Muazzam’, ‘eş-Şerîf, ‘şehrullâh-i muazzam’, ‘şehru’l-kerâme’ ve ‘şehru’l-kasîr’ gibi sıfatlarla da anılmıştır.
Şa‘bân-ı Şerîf ayı, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bî’setinden sonra da önemli hâdiselerin tevâfuk ettiği bir ay oldu. Orucun Farz kılınması, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in Hafsâ (Radıyallâhu Anhâ) vâlidemizle izdivâcı, Hazreti Hüseyin (Radıyallâhu Anh)ın doğumu, Benî Mustalik Gazvesi bu ayda meydana gelmiş olan başlıca hâdiselerdir.[2]
Dipnotlar
[1] En’âm Sûresi:12-13
[2] M. Kâmil Yaşaroğlu, “Şâban”, DİA, c.XXXVIII, s.207-208’den özetlenmiştir.
Not : ismailağa.org.tr sayfasından alınmıştır